İş Hukuku’nun sistematiğinin anlaşılabilmesi, kimlere, nasıl, nerede, hangi şartlarla uygulanacağını belirlenebilmesi için öncelikle 4857 sayılı İş Kanunu md. 2’de belirlenen tanımları incelemek faydalıdır. İlgili maddede tanımı yapılanlar şu şekildedir:
İş Kanunu işçiyi, bir iş sözleşmesine dayanarak çalışan gerçek kişi olarak tanımlamaktadır. Dikkat edilmesi gereken hususlar, işçi sayılabilmek için öncelikle bir iş sözleşmesinin varlığının zorunluluğudur. İş sözleşmesinin varlığından söz edebilmek için, bağımlılık, ücret ve iş görmenin bulunması gerektiği bellidir. Maddeye göre işçi, ancak gerçek kişi olabilir. Dolayısıyla örneğin tüzel kişiliği bulunan bir şirketin işçi sayılması söz konusu değildir.
İşveren, bir iş sözleşmesine dayanarak işçi çalıştıran gerçek veya tüzel kişiye yahut tüzel kişiliği olmayan kurum ve kuruluşlara denir. Burada da iş sözleşmesinin bulunması, bir işçinin çalıştırılması gerektiği ortadadır.
İş ilişkisi ise, işçi ile işveren arasında kurulan ilişkidir. Bunun temellerini mevzuat ve iş sözleşmesi oluşturacaktır.
İş, işçi ve işveren varsa, bir de iş faaliyetinin yürütüleceği işyerine ihtiyaç duyulacaktır. Yasa işyerini,
İşveren tarafından mal veya hizmet üretmek amacıyla maddi olan ve olmayan unsurlar ile işçinin birlikte örgütlendiği birime işyeri denir.
şeklinde tanımlamıştır. Devam fıkrada işyerine,
İşverenin işyerinde ürettiği mal veya hizmet ile nitelik yönünden bağlılığı bulunan ve aynı yönetim altında örgütlenen yerler (işyerine bağlı yerler) ile dinlenme, çocuk emzirme, yemek, uyku, yıkanma, muayene ve bakım, beden ve mesleki eğitim ve avlu gibi diğer eklentiler ve araçlar da işyerinden sayılır.
denilerek, işyerini sadece işçinin çalıştığı, hizmet, ürün ürettiği yer değil, örgütlenen diğer yerler ile dinlenme, çocuk emzirme gibi alanların da işyerine dahil olduğu belirlenmiştir. Buna göre işyeri, eklentiler, araçlar ve işyerine bağlı yerler ile birlikte organize edilmiş yerdir. Bunları birbirlerinden ayırmak mümkün değildir.
İşverenin, işle ilgili tüm yönetimi tek başına yapması beklenemez. Hele de binlerce kişinin çalıştığı işyerlerinde mümkün değildir. Bu nedenle ortaya işveren vekili kavramı çıkmaktadır. İşveren vekili, işveren adına hareket eder. Yani işverenin faydasına ve onun gibi hareket eder. İşveren vekili, işin, işyerinin ve işletmenin yönetiminde görev alır. Eğer işveren vekilinin bu sıfatı nedeniyle işçilere karşı bir sorumluluğu doğarsa, sorumluluk doğrudan işverene ait sayılır. İşveren vekilinin bu sıfatı, işçi olmasını ortadan kaldırmaz. Dolayısıylaişçi olmasından kaynakları hakları bakidir. Bunun istisnası ileriki yazılarda açıklanacaktır.
Yasada anılmasada da uygulamada taşeron olarak adlandırılan alt işveren, asıl işverenden iş alan kişidir. Ancak alınabilecek işin sınırları mevcuttur. Buna göre işveren, işyerinde yürüttüğü ana işe ilişkin yardımcı işleri veya asıl işin bir bölümünde işletmenin ve işin gereği ile teknolojik nedenlerle uzmanlık gerektiren işleri alt işverene verebilir. Örneğin plastik fabrikasının sahibi olan işveren, plastik üretme işini alt işverene veremeyecektir. Ancak yemekhane işlerini ya da temizlik işlerini alt işverene verebilecektir. Bununla birlikte örneğin, plastik üretiminde patenti bulunan bir alt işveren varsa, bu konu ile ilgili üretim için alt işverene iş verebilecektir. Zira bu işi kendisinin yapması mümkün olmamaktadır. Alt işverenlikte dikkat edilmesi gereken bir diğer husus, alt işverenin işinde çalışan işçiler, sadece bu işte çalışan işçiler olmalılardır. Asıl işveren açısından önemli bir husus da, alt işverene bağlı olarak çalışan işçilere karşı asıl işverenin sorumlu olmasıdır. Alt işverenlik kavramı ayrıca daha ayrıntılı olarak incelenecektir.